Bugünkü yazımda 27 Nisan Cumartesi günü
Robert Kolej’de yapılan “Okulda Tiyatro” konulu sempozyum hakkındaki
izlenimleri yazmak istiyorum. Özel Amerikan Robert Lisesi Türk Dili ve
Edebiyatı Bölümü tarafından düzenlenen 8.Kültür ve Edebiyat
Sempozyumunun ana teması “Okulda Tiyatro” idi. Seyirci katılımcıların
büyük çoğunluğu MEB’e bağlı okullarda çalışan lise edebiyat öğretmenleri
idi. 150’ye yakın izleyicinin olduğu bu önemli etkinlik, “Okulda
Tiyatro” konusunda görüşleri olan bazı alan uzmanlarını bir araya
getirmişti.
Etkinlik açılış konuşmasını yapan Robert
Kolej okul müdürü Anthony Jones, tiyatronun hayatın özünü taklit eden
ve deneyime dayalı bir sanat olduğunu vurguladı. Lise yıllarında tiyatro
ile ilgili bir deneyimi olmadığını, üniversite yıllarında ise tiyatro
ile geç tanıştığını belirten Anthony Jones, tiyatronun kişinin
sosyalleşmesi ve toplumu tanıması anlamında oldukça önemli olduğunu
belirtti. Robert Kolej’in 150 yıllık geleneğinde tiyatronun her zaman
önemsendiğini ve ünlü tiyatro insanlarının Robert Kolej’den yetiştiğini
vurguladı. Anthony Jones’dan sonra söz alan okulun Türk müdürü Güler
Kamer ise, Türk Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanı Mehmet Uysal’a ve
tiyatro sorumlusu Murat Ersan’a teşekkür etti. Kendisinin de edebiyat
öğretmeni kökenli olduğunu vurgulayan Güler Kamer, tiyatronun okul
müfredatlarında daha sık yer alması gerektiğini belirtti.
Protokol konuşmalarından sonra
sempozyumun ilk bölümünde, Galatasaray Lisesi edebiyat öğretmeni ve
drama-tiyatro uzmanı Ali Kırkar ve Ankara Üniversitesi DTCF öğretim
üyesi Doç Dr. Tülin Sağlam konuşma yaptılar. Ali Kırkar, konuşmasında
kişisel tiyatro tecrübesinden ve lise öğrencileriyle yaptığı gençlik
tiyatrosu deneyimlerinden bahsetti. Bir ergenin en önemli sorununun
kendini kabul ettirme süreci olduğunu vurgulayan Ali Kırkar, gencin
tiyatro yoluyla toplumsallaşmasını önemli bulduğunu belirtti. Ancak bu
kabul sürecinin bazı durumlarda olumsuz süreçleri de beraberinde
getirdiğini söyledi. Örneğin okul tiyatrolarında oyun seçimi yapılırken,
Hamlet, Macbeth vs. tarzında iddialı metinlerin seçilmesini yanlış
bulduğunu, bunun yerine doğaçlama metinlere daha sıcak baktığını
belirtti. Gençlerin sorunlardan yola çıkmanın önemli olduğunu vurgulayan
Ali Kırkar, yaratıcı drama yönteminden de yararlanarak güncele değecek
şekilde doğaçlamalar yapılabileceğini vurguladı.
Metne dayalı bir oyun seçimi yapılacaksa
da, textin gençlerin diline çevrilmesini gerektiğini söyledi. Bunun
için de bir yöntem olarak, textin dramatik kurgusundaki olay örgüsüne
bağlı kalarak metnin yeniden doğaçlanabileceğini vurguladı. Beşiktaş
Atatürk Anadolu lisesinde uzun yıllar yaptığı çalışmalar sırasında
kalabalık gruplarla çalışma deneyimlerini de anlatan Ali Kırkar, lise
tiyatrosunda hiyerarşik olmayan bir çalışma ortamı kurulması gerektiğini
söyledi.
Doç Dr. Tülin Sağlam ise, sinema ve
tiyatro arasındaki üretim farklılığına dikkat çekerek konuşmasına
başladı. Örneğin sinema kulübünde çalışma yapan bir kişiye “sen Hithcock
çekeceksin denmediğini”, ama tiyatro kulübündeki kişiye “hadi Hamlet
oynayalım” dendiğini söyledi. Bu anlamda “büyük textlerin” gençler için
bir dezavantaj olabileceğini vurguladı. Tiyatronun her çağa hitap eden
evrensel metinlerinin sahnelenmesinin, lise çağındaki öğrenciler için
zorlayıcı bir süreç olduğunu belirtti. Sahneleme aşamasında sorunları
aşmak için, ilk olarak klasik metinlerin bugün için ne anlam ifade
ettiğinin gençlerle tartışılmasını önerdi. Tiyatronun asıl misyonunun
toplumla bağlantı kurmak olduğunu söyleyen Tülin Sağlam, Beckett’in
Godot’u Beklerken oyununun bir hapishanedeki mahkûmlara sergilendiğinde
çok beğenilmiş olmasını örnek gösterdi. Beckett’in kendi yaşadığı çağda
değil, daha sonrasında meşhur olduğunu vurgulayan Tülin Sağlam,
gençlerin de içinde yaşadığı toplumu kavraması açısından tiyatronun
işlevli olabileceğini vurguladı. Bu yüzden de, metin dokunulmazlığı
yerine, yeni bir dil kurulmaya ihtiyaç olduğunu söyledi. Örneğin
20.yüzyıldan bugüne tiyatronun gelişim süreci içinde daha çok beden
odaklı olduğunu, ama Türkiye’deki okul tiyatrolarının hala text odaklı
olduğunu söyledi. Konuşmasının son bölümünde, “Kendi Oyununu Kendin Yap”
adlı çalışmasından örnekler veren Tülin Sağlam, gençlerin sorunlarıyla
yüzleşmenin de göründüğü kadar basit bir şey olmadığını söyledi.
Sempozyumun ikinci bölümünde, Eyüboğlu
Koleji tiyatro ve drama eğitmeni Filiz Uygun Yüksel konuşma yaptı. Ders
ve kulüp etkinliği şeklinde çocuklarla ve gençlerle çalışma yaptığını
belirtti. İyi bir tiyatro izleyicisi yetiştirmenin okul tiyatrolarının
önemli misyonlarından birisi olduğunu vurgulayan Filiz Uygun Yüksel,
kendi okulunda öğrencilerini nitelikli tiyatro oyunlarına götürerek
tiyatroyu sevdirmeye çalıştığını belirtti. Yeni nesil arasında tiyatroya
karşı ilgisizlik olduğunu söyleyen Filiz Uygun Yüksel, gençler için
festivallerin önemine vurgu yaptı. Tiyatro festivalleri konusunda son
dönemlerde azalma olduğunu belirtti.
İkinci konuşmacı olarak söz alan Koray
Tarhan ise, ilk olarak belirli gün ve haftalar ve tören etkinliklerinin
gençler üzerindeki olumsuz etkisinden bahsetti. Sanatsal bir tür cinayet
işlenen bu etkinlerde, çocukların sanattan soğuduğunun altını çizdi.
İkinci olarak text bulma sorununun sansür ile içe içe yaşandığına dikkat
çeken Koray Tarhan, “acaba müdür beğenecek mi?” anlayışının ve “aman
sakıncalı bir laf söylemeyelim” bakışının sanatsal özgürlüğe ket
vurduğunu belirtti. Ayrıca okullardaki tiyatro kulübü çalışmalarında,
gerekse de Güzel Sanatlar Liseleri’inde verilen derslerde, klasik
tiyatro eğitiminin ergenlerin ruhuyla uyuşmadığını söyledi. Bir
alternatif olarak, impro ve doğaçlama tiyatro çalışmalarının gençler
açısından olanaklarından bahseden Koray Tarhan, gençlerin sahnede
“saçmalama özgürlüğü” ve “hareket özgürlüğü” olması gerektiğini
vurguladı. Bunu seyircilerden üç kişiyi sahneye çıkararak bir impro
çalışması örneğiyle gösterdi. Sahneye çıkardığı üç gönüllüye “Üç Başlı
Şair” çalışmasını yaptıran Koray Tarhan, doğaçlama tiyatronun
olanaklarından bahsetti. Koray Tarhan Mitos Boyut yayınlarından çıkan
“Doğaçlama Tiyatro İçin El Kitabı” adlı çalışmasında çalışma
örneklerinin de yer aldığını belirtti.
Sempozyumun ilk bölümünden sonra
soru-cevap bölümünde seyirciler konuklara soru sordular. Bir edebiyat
öğretmeni, hazır metin yerine özgün oyun üretiminin mantıklı olduğunu
ama bu perspektifi oluştururken zorlandıklarını belirtti. Tülin Sağlam,
bu konuda eğitimcilerinin altyapısının olması gerektiğini ve özgün oyun
üretmek için hem çocukların hem de öğretmenlerin hazırlık aşamalarından
geçmesi gerektiğini vurguladı.
Öğle yemeğinden sonra, sempozyumun
ikinci bölümüne geçildi. Bu bölümde ilk olarak sözü Robert Kolej
mezunlarından rahmetli Beklan Algan’ın eşi Ayla Algan aldı. Ayla Algan
kendine özgün, biraz dağınık sunumuyla ilk olarak “yaratıcı drama”
tekniklerinin önemine vurgu yaptı. Yazılı text demenin bir felsefe
olduğunu, bu felsefeyi anlamayan kişinin tiyatro yapmasının da zor
olduğunu söyleyen Ayla Algan, çocuklar ve gençlerin masal tamamlama
egzersizleri yoluyla kendi düşüncelerini aktarabileceğini söyledi.
Moreno’nun masal anlatma ve masalın sonunu çocuklara tamamlattırma
şeklindeki temrinlerinin yararlı olduğunu söyledi. Özelikle psiko-drama
alanında çocukların rüyalarından ve imgelemlerinden yararlanıldığını,
“restoration of mind” kavramını önemli bulduğunu söyledi. Bu kavramı bir
tür sanatla tedavi olarak gören Ayla Algan, kendisinin de Türkiye’de bu
konulara ilk giren kişilerden birisi olduğunu söyledi. Günümüzde
duyuların yok olduğundan bahsederek, koku, tat, görme ve duyma konusunda
çocuklara çalışma yaptırılması gerektiğini söyledi. Sağ beyin ve sol
beyin araştırmalarında, duyusal belleğe önem verildiğini, öğretmenlerin
de bu konuda öğrencilerini desteklemesi gerektiğini söyledi. Ayla Algan,
son dönemler İstanbul Drama Sanat Akademisi’nden yaptığı çalışmalardan
da örnekler verdi.
Sempozyumun son bölümünde Robert Kolej
mezunlarından tiyatrocu Nevra Serezli, Göksel Kortay, Nedim Saban ve
Yeşim Özsoy Gülan birlikte konuşma yaptılar. Daha çok Robert Kolej
yıllarındaki kültürel ortama dair anıların paylaşıldığı bu bölümde,
ortak vurgu noktası okul yıllarında öğretmenlerin gençler için model
oluşturması idi. Göksel Kortay lise yıllarında şiir, edebiyat, tiyatro
ve sanatın tüm dallarıyla tanıştığını, Robert Kolej’in bu ortamın
oluşmasına ciddi anlamda katkı yaptığını belirtti. Sanatçının topluma
örnek olması gerektiğini vurgulayan Göksel Kortay, günümüzde kaybolan
tiyatro etiğinden yakındı. İyi tiyatro yapabilmek için kulisin güçlü
olması gerektiğini söyleyen Göksel Kortay, tiyatronun aşkla, tutkuyla ve
disiplinle yapılmasının önemine dikkat çekti.
Nedim Saban ise, Robert Kolej
yıllarındaki söz söyleme özgürlüğünün güçlü bir gelenek olarak kendisini
beslediğini söyledi. Edebiyat ve tiyatronun birbirinden farklı şeyler
olduğunu söyleyen Nedim Saban, tiyatronun eylem odaklı bir sanat olarak
gelişmesi gerektiğini vurguladı.
Yeşim Özsoy Gülan ise, öğretmenlerin
öncelikle gençlere tiyatroyu sevdirmesi gerektiğini, bunun için de
çağdaş yaklaşımların devreye girmesi gerektiğini vurguladı. Çağdaş okuma
tiyatrosu formlarının, edebiyat öğretmenleri tarafından kullanılması
öneren Yeşim Özsoy Gülan, bu sayede gençler neznindeki “sıkıcı edebi
metinler” algısının kırılabileceğini söyledi. Alternatif mekânların ve
tiyatroların arttığı günümüzde, gençlerin keşif olanaklarının daha fazla
olduğunu vurguladı. Yeşim Özsoy Gülan, bu yıl ikincisi düzenlenen Yeni
Metin-Yeni Tiyatro festivalinden bahsederek sözlerini bitirdi.
Sempozyum sonunda tiyatro yarışmaları
konusunda söz alarak, Yarışma-Yarıştırma kampanyasından bahsettim.
Birçok edebiyat öğretmeni yarışmaların hem çocuklar hem de öğretmenleri
üzerinde stres yarattığını söyledi. Tabi ki, yarışmaların olması
gerektiğini savunanlar da oldu. Sempozyum kapanış kokteyli ve toplu
fotoğraf çekimleri yapılarak son buldu. Sempozyum konusunda internette
araştırma yaparken bir izlenim yazısına daha rastladım. Yazı http://elifingunlugu.net/blog/2013/04/28/resimli-okulda-tiyatro-tarihi/ linkinden okunabilir.
Kısa bir Değerlendirme:
Sempozyumun duyurusunu şahsen tesadüfen
öğrendim, çünkü etkinliğin duyurusu sosyal medya üzerinden yapılmamıştı.
Son dönemlerde bu konu üzerine en çok yazı yazan ve araştırma yapan
kişilerinden birisi olarak, etkinliğin örgütlenme biçiminin biraz eksik
kaldığını düşünüyorum. Örneğin bu konu hakkında İstanbul’da bulunan
sivil toplum örgütleri, konu hakkında araştırma yapan ve kitap yazan
kişiler ve üniversite tiyatrolarının da dâhil olabileceği bir etkinlik
bence çok daha kapsayıcı olabilirdi. Sanırım etkinliği örgütleyen
hocalarımız, yoğun bir dönemde oldukları için alan uzmanları konusunda
sınırlı sayıda kişiyi çağırma ihtiyacı duymuş. Ama yine de, yararlı bir
etkinlik olduğunu düşünüyorum. Edebiyat öğretmenleri ve tiyatrocuların
buluşması bile başlı başına önemli bir organizasyondu. Hatırlatma
amacıyla http://mimesis-dergi.org/mimesis-dergi-kitap/mimesis-16/panel-cocuklar-ve-genclerle-oyundan-dramaya-dramadan-tiyatroya-yontem-ve-mufredat-onerileri/ ve http://mimesis-dergi.org/mimesis-dergi-kitap/mimesis-15/universitelerde-ve-konservatuarlarda-tiyatro-egitimi/ ve http://www.iatp-web.org/headline.asp?act=view&hid=184 adlı önemli belgelerin okunmasını öneririm. Bilindiği üzere söz uçar, yazı kalır…
Ancak bu buluşmayı bir başlangıç olarak
görmek gerekiyor. Örneğin izleyicilerin büyük bir bölümü edebiyat
öğretmeni olduğu için, daha çok pratik uygulama konusunda bir beklenti
içinde idi. Sempozyum kuramsal anlamda bu beklentiye kısmen cevap verdi.
Önemli bulduğum bir eksiklik, amatör tiyatro faaliyetinin nasıl
örgütlenebileceği, ders olarak tiyatronun ne olduğu ve drama
çalışmasının ne olduğu konusunda net bir ayrım yapılmamış olmasıydı.
Örneğin haftada sadece bir saat gençlerle tiyatro çalışmak ile bir
tiyatro kulübü kurmak birbirinden farklı konular. Ya da edebiyat
öğretmenlerinin dersleri kapsamında tiyatroyu anlatması ile bir drama
çalışması yapmak farklı şeylerdir. Konuşmacıların seyircinin edebiyat
öğretmeni olduğu durumunu zaman zaman unuttuğunu düşündüm. Özelikle
sempozyumum öğleden sonraki bölümündeki konuşmalar da, profesyonel
tiyatrocuların sorunları daha çok gündem oldu. Bu anlamda bir sempozyum
moderatörünün eksikliğini hissettim.
Bir de sempozyum genelinde edebiyat
öğretmenlerinin “kalıplaşmış” tutumuna karşı eleştirel bir söylem çok
fazla kurulamadı. Türkiye’de eğitim fakülteleri ve edebiyat fakülteleri
özelindeki öğretmen eğitiminde, pratik tiyatro uygulaması konusunda
yeterli bir eğitimin verildiği söylenemez. Devletçi bir anlayış
doğrultusunda gelişen okul tiyatrosu alanı, daha çok metin ezberletme
mantığı üzerine kurulu bir gelenekten beslenir. Bu konuda öğretmenleri
eleştirmekten ziyade, bir gelenek olarak okul tiyatrolarının mantığını
tartışmak ve de öğretmen eğitimindeki eksiklikleri tartışmanın önümüzü
açacağını düşünüyorum. Edebiyat öğretmenleri ile tiyatrocuları
birleştiren bu önemli sempozyumu düzenleyen komiteye teşekkür ederek
yazımı bitirmek istiyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder