Konu olarak da “Okul öncesi dönemde performans odaklı yıl gösterileri nasıl yapılandırılmalı?” başlığını seçmiştik. Bu başlığı seçmekteki amacımız Türkiye’de sanat eğitimi alanında yaşanan sorunlara dair problemleri sorgulamak, bir tür kanayan yara haline gelmiş yılsonu gösterilerini estetik ve pedagojik açıdan eğitimcilerle tartışmak ve küçük yaşlardaki öğrencilerin yaptığı performanslara dair alternatif bakış açılarını gündeme sokabilmekti.
Türkiye’nin değişik illerinden (İzmir, Diyarbakır, Ordu, Şanlıurfa, Kars, Sivas, Çorum, Iğdır, Afyon ve Adıyaman) çalıştaya katılan 200 okul öncesi öğretmeni ile çalışmak, benim açımdan ülkemizdeki realiteyi yakından gözlemlemek adına oldukça yararlı oldu. Öğretmenlerin hepsi devlet okullarında çalışıyordu ve büyük bir bölümü drama ve tiyatro eğitimi alma imkânına çok fazla sahip olamamıştı. Olanakların oldukça kısıtlı olduğu okullarda çalışan okul öncesi öğretmenleri, özel okullardaki gibi branş hocaları olmadığı için, sanatla ilgili tüm işleri kendi başlarına kotardıklarını anlattılar. Aydınlanmaya dair hala inancı olan ve kendini geliştirmek için çaba harcayan öğretmenlerle birlikte olmak benim açımdan oldukça keyifliydi. Ayrıca İstanbul’un irrasyonel kaotikliğinden iki gün bile uzaklaşmak ve sivil toplumcuların tabiriyle “sahaya inmek” işin cabasıydı.
Dört farklı grupla 90 dakika boyunca yaptığım uygulamalı atölye çalışmasında, ben katılımcılara ilk olarak çocuklarla birebir deneyebilecekleri müzikli çember oyun örneklerini sundum. Çember oyunlarını seçmemin nedeni, küçük yaş öğrencileriyle yapılan gösterilerdeki mizansen mantığını da tartışmaya açmaktı. Herkesin bildiği üzere hâkim anlayış, öğrencileri İtalyan çerçeve sahne sınırları içinde seyirci karşına çıkarmaktır. Bu da aslında çocuk açısından seyrediliyor olma kompleksini ciddi oranda artıran bir etkendir. Tek bir noktadan üzerine odaklanan gözler, küçük yaştaki bir çocuğu strese sokar. Çocuk böyle bir ortamda sahneye çıktığında ya anne babasına odaklanarak gösteriden kopacak ya da aşırı stresten dolayı kasılacaktır. Öğretmenler gösteri sırasında altına çişini yapan çocuklar olduğunu ya da gösteriye çıkmak istemeyen çocukları olduğu anlattılar. Hâlbuki çocuğun doğal oyun davranışı olarak benimsediği sihirli çemberden yola çıkmak ve dolayısıyla İtalyan çerçeve sahneyi tartışmaya açmak alternatif bir yaklaşım olabilirdi.
Atölyede okul öncesi dönemde bir çocuğun seyirci karşısına nasıl çıkması gerektiği üzerine kısa bir tartışma yaparken eğitimci, yönetici ve veli bazında yaşanan sorunlar üzerinde duruldu. Eğitimcilerden bu noktada öncelikle çuvaldızı kendilerine de batırmalarını istedim. En çok üzerinde durdukları, okul yöneticilerinin istediği tarzda gösteriyi ortaya çıkarabilmek için çocukları aşırı derecede zorlamaları ve prova sürecinde çocuklar üzerinde baskı kurmalarıydı. Ben de asıl çatışmanın, “o anda ve şimdi davranış kalıbını” seven bir çocuğa tekrara dayalı hareket serisini dayatmaktan kaynaklandığını belirttim. Aşırı tekrar, ezber ve prova süreçleri küçük çocuklarda bıkkınlık yaratır, bu yüzden de 1930’lı yıllardan beri devam eden egemen sanat anlayışının başta tartışmaya açılması gerekmektedir. Çocuğu çocuk olarak değil yetişkinmiş gibi gören resmi anlayış, oyun çağındaki ve dramatik anlatı yeteneği kısıtlı bir çocuğa “profesyonel” sanatçıymış gibi muamele yapar. Öğretmenden beklenen, hiç hatasız, lineer mizansenlerde yapılan gösterileri oluşturmaktır. Bu aynı zamanda onların “başarı” ya da “başarısızlığı” olarak kayda geçer. Öğretmen de “başarılı” olabilmek için çocukları baskı altına almaya ve farkında olmadan ilk kalıcı sanatsal hasarları ortaya çıkarmaya başlar.
Öğretmenler bir diğer önemli sorun olarak tema seçiminde yaşanan problemleri söylediler. Okul gösterilerinde dramatize edilmesi istenen genellikle çocuğun yaş gelişim özelliğine uygun olmayan konulardır. Yetişkin diliyle ve bakışıyla yazılmış metinlerin çocuklara dayatılması önemli bir sorundur. Salt öğreticiliğe dayalı, fantastik imgelemden uzak bir şekilde ele alınan konular çocuklarda ilk olarak algılama sorunu ortaya çıkarmaktadır. Varlık-yokluk, ölüm, milliyetçilik, dinsel ve mistik öğeler gibi konuların tema olarak seçilmesinin yarattığı sorunları, oldukça rağbet gören Tören, Çocuk ve Tiyatro adlı yazımda irdelemiştim. (bkz http://mimesis-dergi.org/2010/11/toren-cocuk-ve-tiyatro) Benzer görüşlerimi atölyeye katılan öğretmenlere aktardığımda, herkes içini dökmeye başladı. Çocukların ezberlediği cümlelerin anlamını bile bilmediğini, metinlerde eğlence öğesi olmadığını, gösterilerin süre olarak çok uzun olduğunu, Nisan ve Mayıs aylarının gösteri baskıları yüzünden çile dönemine dönüştüğünü vs. aktardılar.
Tartışmanın bu bölümünde bir okul öncesi eğitimcisi, 5 yaş grubu çocuklarından İstiklal Marşı’nı dramatize etmesinin istendiğini ve hatta bunun yarışmasının bile yapıldığını söyleyince şaşırdım. 5 yaşındaki bir çocuktan Mehmet Akif Ersoy’un şiirinin dramatize etmesinin istenmesi, ülkemizde sanat eğitiminin içinde bulunduğu durumu göstermesi açısından oldukça çarpıcıdır. Bence bu konu örgün eğitim kurumlarında ve eğitim fakültelerimizde sanat eğitimi dersleri veren hocalarımız tarafından ciddiyetle ele alınmalı ve bir aydın tavrı oluşturulmalıdır. Meseleyi salt milliyetçi ideoloji açısından değerlendirmiyorum. 5 yaş grubu çocuklarının İstiklal Marşı’nı ezberlettirilmeye çalışılması çocuk dünyasına yetişkin müdahalesinin uç bir örneğidir. Burada çocuğu nesneleştiren mantık sorgulanmalıdır. Aynı mantıktan yolan çıkan birisi milliyetçilik yaparken, bir diğeri dinsel ajitasyon çalışmalarını ön plana çıkaracaktır. Bir çocuğun bilişsel algılama düzeyi yetersizken politik bir tahakküm altına bırakılması tartışılması gereken önemli bir sorundur.
Atölyede öğretmenlerle sorunları tartıştıktan sonra da, küçük yaş çocuklarının yapısına uygun gösteri mantığı nasıl oluşturulabilir üzerinde durduk. Kısa bir süre olduğu için ben daha çok yaklaşım örneklerini gösterdim. Çalışmamda ilk olarak teknik bir çalışma yaptırarak ses ve vokal kullanımı üzerinde durdum. Öğretmenlerin en çok ihtiyaç duydukları şeylerden birisi, özelikle masal okuma saatlerinde seslerini kullanmaya dair sorunlardı. Öyküleri monoton ve sıkıcı bir şekilde okuyorlar ve bu yüzden gösterinin eğlence öğesini zedeliyorlardı. Bu konuda ses-mesafe, ses-beden duruşu ve ses-anlam ilişkisi üzerine bir çalışma yaptık.
Daha sonrasında ise, küçük yaş çocuklarına uygulayabilecekleri basitlikte spontan tiyatro tekniklerinden örnekler yaptırdım. Hem o anda doğaçlamayla ortaya çıkan, hem de seyir keyfi veren bir formdan yola çıkmanın küçük yaş grupları için alternatif bir yöntem olabileceğini düşünüyorum. Normal şartlarda bir çocuk 10-11 yaşlarında dramatik anlatı yeteneğini gelişkin bir şekilde kullanmaya başlar. Küçük yaşlarda çocuk, olay örgüsüne dayalı bir anlatı yeteneğine sahip değildir. Çok basit olarak 4 yaşındaki bir çocuk ev adresini, telefon numarasını ve o gün ne yaptığını bile sıralı bir şekilde söyleyemez. Bu yüzden de, özelikle okul öncesi dönemde zaman atlamalı, fantastik ve didaktiklikten uzak formlara ihtiyaç vardır. Bu formlar en fazla birkaç prova ile gösteriye dönüştürülebilir. Sanki bir drama dersi yapıyormuşçasına bile gösteri yapabilirsiniz aslında. İşte bu vizyonu anlatabilmek için, buruşuk kâğıt parçası, fotoğraf oluşturma tekniği, anında öykü yazma ve oyunlaştırma, orman orkestrası, gülmeyen prensesi güldürme gibi çalışmaları öğretmenlerle denedik.
Son olarak da öykülerin yorumlanması üzerine konuştuk. Bir öyküde geçen olaylar ve karakterler hakkında nasıl analiz yapılabilir üzerinde durduk. Ben masallardaki şiddete dayalı, ırkçı ve cinsiyetçi (erkek egemen) öğelerin farkına varmanın öneminden ve eğitimcilerin sorumluluklarından bahsettim. Öğretmenler Kırmızı Başlıklı Kız, Pamuk Prenses, Hansel ve Gratel gibi masallarda sorun olarak gördükleri konulardan bahsettiler. Tabi katılımcıların %99’u kadın olduğu için konu ister istemez kız çocuklarının toplumdaki pozisyonu oldu. Atölyenin sonunda kısa bir değerlendirme yaptık ve geleceğe dair iletişim kanalları neler olabilir konusunda fikir teatisinde bulunduk. Çok farklı toplumsal kesimlerden gelen eğitimcilerle hayatın içinde, sahici ve gerçek tartışmalar yapmanın bir eğitimci olarak bana da çok katkısı oldu. AÇEV’in oldukça profesyonel ve nitelikli ekibinin katkısıyla oluşturulmuş bu organizasyonda, tiyatronun ve dramanın yol göstericiliğinde geleceğin sanatçılarını yetiştirecek öğretmenlerle birlikte olmak 1 Nisan şakası kadar keyifliydi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder