11 Kasım 2010 Perşembe

Tören, Çocuk ve Tiyatro

Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Fakültesi öğrencileriyle oyun-drama ve tiyatro hakkında okumalar yapıyoruz. Geçen hafta 40’a yakın öğrenciyle tartıştığımız makale, Doç Dr Tülin Sağlam’ın “Dramatik Eğitim: Amaç Mı? Araç Mı?” adlı yazısıydı. Drama metodunun çocuklarla ilgili pozisyonuna dair Peter Slade ve Dorothy Heathcote’un yaklaşımlarını oldukça güzel inceleyen makaleyi Türkiye bağlamında tartışmak istedik. Bu tartışma sırasında tüm öğrenciler çocukluk anılarından bahsetmeye başladı. Neredeyse herkesin anaokulu ve ilköğretim çağında katıldığı bir törene dair anısı vardı. Kimisi bir törende zorla ezberlediği cümleleri unutup seyirciye “rezil” olduğunu hatırlıyor, kimisi bugünden baktığımızda ezberlediği cümlelerin anlamını bilmediğini söylüyor, kimisi de cetvel zoruyla yaptırılan tören provalarını hatırlıyordu. Kimisi de ezberi güçlü olduğu için törenlerde en çok rol alan kişi olmakla övünüyordu. Tüm bu sohbetlerimiz sonrasında bu yazıyı yazma ihtiyacı hissettim.


Türkiye’de okul tiyatrosu ve çocukların tiyatrosu alanındaki kanayan yaralardan birisi de belirli gün hafta ve tören etkinlikleridir. Bilindiği gibi, Türkiye’de bir çocuğun tiyatro sanatı ile tanışması daha çok örgün eğitim kurumları içinde olmaktadır. Ancak tarihsel süreç incelendiğinde, okullardaki tiyatro faaliyetlerinin devletin resmi ideolojisinin güçlü bir biçimde yeniden üretildiği bir alan olarak kodlandığı görülecektir. Çocuklar için üretilen didaktik teatral metinler incelendiğinde, vatan-millet-sakarya ideolojisini destekleyen ve erkek egemen militarist kalıpları taşıyan yüzlerce dramatizasyon eseri mevcuttur. Gerek ders içi canlandırmalar, gerekse de yılsonu gösterilerinde çocuktan beklenen kendi yaşına uygun olmayan içerikteki metinleri dramatize etmesidir.

Özelikle belirli gün ve haftalar etkinlikleri, genelde kalıplaşmış aktivitelerin ötesine geçemeyen formlarda olan (bir monolog, ront veya şiirin sahnelendiği, çocukların büyük bir bölümünün zoraki katıldığı vb.) ve resmi ideolojinin yeniden üretildiği etkinlikler olarak değerlendirilebilir. Ancak son yıllarda, ideolojik bir değişim yaşanmasa da, sanatsal formların popüler kültür öğelerinden beslenecek şekilde değiştiğini söyleyebiliriz. Örneğin, geçtiğimiz günlerde izlediğim bir 29 Ekim töreni hamasi konuşmalarla ve şiirlerle başlayıp, kolbastı ile devam ederken, birden bire step dansı yapan ‘ponpon kızlar’ ortaya çıkmakta, aynı kızlar kıyafet değiştirerek oryantal şova başlamakta daha sonra da tekno ritimlerle halaylar çekilmekteydi. Gösterinin sonu ise mankenlik provasının yapıldığı bir defile ile sonlanıyordu. Sonuçta ortaya çıkan, post-modern kültürün ve resmi ideolojinin sentezlendiği bir gösteriler formuydu.

Geçen gün izlediğim bir 10 Kasım anma programında tanık olduğum bir andan bahsetmek istiyorum.  3,5 yaşındaki bir erkek çocuğun babası, oğlunu M.Kemal Atatürk ile ilgili bir şiir okuması için zorla sahneye çıkardı. Belli ki çocuk evde günlerce bu şiire hazırlanmıştı, ancak söylediği şiir yaş grubuna hiç de uygun değildi. Çocuk anlamını bilmediği kelimeleri ağzından dökmeye çalışıyor, hayalinde bile anlamlandıramadığı ölüm imgesini seyirciye taşımaya çalışıyordu. Ancak çocuğun babası seyircinin alkışlarından dolayı o kadar mutlu olmuştu ki, gözleri doldu, bu “ölümsüz” anı kameraya aldı. Bu iki örnekten bile yol çıkarsak şunları söyleyebiliriz:

·         Tören gösterileri temelde belirli bir düşüncenin duyusal heyecanını uyandırmak için gerçekleştirilir. Diyalektik bir düşünsel süreçten ziyade, özdeşleşmeci ve yansıtmacı bir teatral estetik mevcuttur. Ancak işlenen tema savaş, şehitlik, ölüm, zaferler vs. olunca pedagojik anlamda ciddi sorunlar ortaya çıkmaktadır. Örneğin varlık-yokluk kavramı olmayan bir çocuğu bir devlet adamının ölümü hakkında ağlak ve depresif bir moda sokmak çocuk gelişimi açısından ne derece doğrudur? Bence 4 ve 10 yaş arasındaki herhangi bir çocuk zihinsel ve bilişsel düzeyde algılamadığı kavramları sahne üzerinde canlandırmaya tabi tutularak, bana kalırsa “teatral bir işkenceye” maruz bırakılmaktadır. 

·         Tören gösterilerinde sanatsal yaratıcılık öğesi yok denecek kadar azdır, doğaçlama ve serbest çağrışıma yer verilmediği için mekanik bir prova ve gösteri sürece ortaya çıkmaktadır. Mizansen anlayışı da statiktir. Çocuklar bir nevi robot gibi, sahne üzerinde oradan oraya devinmeye zorlanırlar. 

·         Bir çocuğun çoğunlukla ezbere dayalı metinleri, hele bir de anlamını bilmediği kelimeleri söylemeye çalışması ilerideki tiyatro yaşamına ciddi hasar vermektedir. Sevgi ve eğlence öğesinde yoksun bir sanat anlayışı çocukta bıkkınlık yaratmaktadır. Öğretmenin de verili görevi gerçekleştirmek için provada baskı oluşturması, çocuğun sahne üzerinde özgüven kaybına yol açmaktadır. 

·         Benim düşünceme göre 1930’lu yılların tören gösterileri mantığı günümüz ideolojisini karşılamamaktadır. Örneğin benim en güldüğüm günlerden birisi Yerli Malı Haftası’dır. Yediğimiz etten giydiğimiz kota kadar her metanın küreselleştiği bir çağda hala böyle bir günün kutlanıyor olması eğitim sistemindeki çarpıklıklardan birisidir. Ya da 29 Ekim’de “nasıl bir cumhuriyet” istiyoruz sorusunu çocuklara hala sorduramıyorsak, milyona yakın kişinin öldüğü Çanakkale Savaşını salt “şehit” edebiyatı yaparak kutluyorsak, 19 Mayıs törenlerini Nazi dönemi Almanya’sından kalan stadyum gösterileriyle kutluyorsak burada bir problem var demektir. 

Tüm bu saptamalardan yola çıkarak sanat ve tiyatro eğitimcilerinin belirli gün haftalar ve tören etkinliklerine dair görüş oluşturması ve çocuk merkezli alternatif bir vizyon üreterek bir değişim tartışması başlatması gerektiğini düşünüyorum.  Eğer gerçeğe ve kendimize fantezi yoluyla bakmamızı sağlayan bir sanat olan dram sanatına ihanet etmek istemiyor ve çocuklarımızın düşlerini ve imgelemlerini insanlık yolunda yaratıcı kılmak istiyorsak değişimin vakti ve zamanı gelmiştir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder