30 Ocak 2010 Cumartesi

"Tiyatronun Derdi Ne?" adlı panelden izlenimler (17.04.2007)

"Tiyatronun Derdi Ne?" adlı panelden izlenimler

Tiyatro DOT, 27 Mart haftasında tiyatro ve gösteri sanatları alanıyla ilgili bir dizi panel etkinliği gerçekleştirdi. 27 Mart 2007 günü katıldığım panelin konusu, "Tiyatronun Derdi Ne?" idi. Başlık ve katılımcılar ilgimi çekmiş olacak ki, kamuya açık olan bu panele seyirci olarak ben de katıldım. Panelin moderatörü, tiyatrocu Kerem Kurdoğlu idi. Konuşmacı olarak ise, gazeteci Perihan Mağden, reklâm ve sinema yönetmeni Ezel Akay ve kendisini 'sadık bir tiyatro seyircisi' olarak niteleyen Melih Anık çağrılmıştı. Panele yaklaşık 60 kişi katıldı. Konuşmacıların ve moderatörün tümünün ortak özelliği, hayatlarının belirli döneminde (80'li yıllarda) Boğaziçi Üniversitesi ve Robert Kolej'de aktif olarak tiyatro yapmış olmalarıydı. Fakat üç konuşmacı da, şu an bulundukları nokta itibariyle tiyatro üreticisi olmayan kişilerdi. Tiyatro ile pratik olarak ilişkilenen tek kişi Kerem Kurdoğlu idi. Moderatör, kısa bir açılış konuşmasında sonra tartışma çerçevesi olarak şu soruları ortaya koydu: "Tiyatroya yönelik gerçekten bir ilgisizlik var mı? Tiyatro bu ilgisizliği hak ediyor mu? Bu ilgisizliğin nedenleri nelerdir? Ve sorunları aşma adına ne gibi çözüm önerileriniz var?"

Panelde ilk konuşmayı, geçtiğimiz senelerde yazdığı bir yazı üzerine tiyatro camiasından büyük tepki alan ve tiyatro sanatından soğuduğunu açık olarak dile getiren Perihan Mağden yaptı. Yazdığı yazıdan sonra, bir tür linç girimine maruz kaldığını belirtti. Perihan Mağden, yazıyı yazdığı dönemde Yunanistan'da avangarde bir topluluğunun oyununa gittiğini, ancak oyunu izledikten sonra oldukça daralıp bunaldığını esprili bir şekilde anlattı. Ve daha sonra gezi sırasında o yazıyı kaleme aldığını belirtti. Tiyatro bölgesinin fikirlerine tepkisel ve "çocukça" yaklaştığını, kendilerini bir tür 'toplumun öğretmeni' olarak gördüklerini ve bu öğretmen pozisyonlarını tartışmaya açmaktan çok korktuklarını söyledi. Ve daha sonra, çocukluğunda annesi tarafından sürekli olarak tiyatroya götürüldüğünü, gençliğinde sevdiği oyunlar olduğunu, düşünsel olarak gelişmesinde dönemin tiyatrocularından çok etkilendiğini, Robert Kolej'de misyon gereği tiyatro kulübü başkanlığı ve oyunculuk yaptığını vs. anlattı. Yazıyı yazdıktan sonraki dönemde, 5 tane oyuna gittiğini, sanatçılardan sürekli olarak davetler aldığını belirtti. Ve asıl sorunun tiyatro sanatından kaynaklanmadığını, günümüz tiyatrosunun toplumun estetik ve politik ihtiyaçlarına yanıt veremediğini ve bu yüzden de tiyatrodan sıkılmaya hala devam ettiğini belirtti. Örneğin, Semaver Kumpanya'nın adaptasyon oyunu Süleyman ve Öbürsüler oyununu izlediğini, orijinal oyundaki faşizm sorununun laik, anti-laik ekseninde yorumlandığını ve bunun siyaseten yanlış bir dramaturji olduğunu belirtti. Ayrıca Dostlar Tiyatrosunun aynı oyundan yaptığı adaptasyonunun da benzer (daha abartılı biçimde) bir dramaturji ile sahnelenmesine bir anlam veremediğini belirtti. Ali Poyrazoğlu'nun Hrant Dink'in ölümü sonrasındaki bir ortamda, bir Ermeni kadınını son derece yüzeysel bir şekilde canlandıracak olmasından duyduğu rahatsızlığı da dile getirdi. Perihan Mağden, Türkiye'de kaliteli oyuncular olmasına rağmen asıl sorunun günümüzü anlatan oyun metinleri üretilememesinden kaynaklandığını belirtti. Tiyatrocuların tiyatro sanatına çok kötü davrandığını, kendi elleriyle toplumdan soğuttuklarını vurguladı. Tıpkı Yunanistan'daki gibi, 'inek kutsallığı' içindeymiş gibi düşünüldüğünü, ama bir yandan "ineğe" zarar verildiğini belirtti. Türkiye'deki tiyatrocuların elitist ve Cumhuriyet'in başöğretmeni rolünü değiştirmesi gerektiğini vurguladı.

Reklamcı Ezel Akay ise, tiyatro sanatının bir krizde olmadığını, tiyatrocuların sürekli "ağlaştığını" söyledi. Dünyada artık yeni sanat dallarının (sinema, dizi film vs.) ortaya çıktığını, bunun bir realite olduğunu, ortaya çıkan bu sanat dallarının tiyatroya olumlu etkileri olacağını söyledi. Ezel Akay'a göre, temel sorun oyunculuk sorunu ve kalite sorunu idi. Sektörün gelişmesi için, "tiyatro oyuncuğu bırakılmalı" ve "minimalist oyunculuk" yapılmalıydı. Tiyatro, sinema ve dizi oyunculuğu arasında çok ciddi bir fark olmadığını, tiyatronun popülerleşme adına gelişen dizi ve televizyon sektöründen mutlaka yararlanması gerektiğini söyledi. Geçen sezon 80 tane dizi yapıldığını, Avrupa'nın en çok dizi çekilen ülkesinin Türkiye olduğunu, ancak halkın sinema ve dizi sektöründe olduğu gibi tiyatroda da kaliteli ürünlere rağbet ettiğini belirtti. Ancak tiyatro bölgesinde yapımcı sorunu olduğunu, iyi reklâm yapılamadığını ve piyasa şartlarının yeterince iyi değerlendirilemediğini vurguladı.

Kerem Kurdoğlu, Ezel Akay'a katıldığını, tiyatronun (sinema ile karşılaştırıldığında) hem demokratik hem de kötü bir şey yapmaya en az müsait bir sanat dalı olduğunu vurguladı. Tiyatroda "kötü iş yapmaya" "vasat performansa" asla yer olmadığını, o tarz şeyleri izlediğinde çok üzüldüğünü belirtti. İyi bir şey yapmak isteyenlerin kendi rotasını çizdiğini belirtti. Örneğin son dönemlerde, Garaj İstanbul, Dot Tiyatrosu gibi oluşumların ortaya çıktığını, bunun oldukça önemli olduğunu söyledi.

Melih Anık ise, Perihan Mağden'den farklı düşündüğünü, tiyatro sanatını çok sevdiğini ve iyi bir izleyici olduğunu söyledi. Ayrıca Perihan Mağden'n yazısını okuyunca beğenmediğini, ancak Mağden'in eleştirileriyle topluma bir şamar attığını söyledi. Konuşmasına Muhsin Ertuğrul'un 60'lı yıllarda 27 Martta yaptığı bir konuşmadan örnekler vererek devam etti. Benzer ve hatta aynı sorunların ve söylemlerin o dönemde de olduğunu belirtti. Günümüzde tiyatro dünyasının bir paradigma sorunu olduğunu, tiyatrocuların sürekli "ağlaştığını", tiyatronun seyirci ile ortak bir dil kurmakta zorlandığını belirtti. Bunun nedeninin de, tiyatronun salt eğitim kurumu olarak algılanmasından ve dünyadaki gelişmelerin takip edilmemesinden kaynaklandığını belirtti. Örneğin Türkiye'de 200 milyon dolarlık bir sponsor pazarı olduğunu, ancak tiyatronun bu pazardan iyi yararlanmadığını söyledi. Ayrıca, tiyatrocuların yapıcı taleplerinin olmadığını, örneğin AKM yıkılmasın diye eylem yapanların, yeni bir salon yapılsın diye eylem yapmadıklarını belirtti.

Seyirci olarak katıldığım panelde konuşmacıların ana tezlerini kısaca özetledim. Kendi izlenimlerime gelince, ilk olarak şunu söyleyebilirim: Panel katılımcıları bana göre, "Tiyatronun Derdi Ne?" sorusuna daha iyi ve samimi bir şekilde yanıt verecek kişilerden olmalıydı. Bir reklâmcı, bir şirket yöneticisi, tiyatroyla özelikle alternatif tiyatro ile bağı oldukça zayıflamış bir moderatör, elbette ki tiyatro sanatı üzerine kendi durdukları yerden bir şeyler söyleyebilir. Buna hiçbir itirazım yok. Ancak konuşmacıların tiyatroyu dert ediniyormuş gibi gözükmeleri, ama bir yandan kendi pratiklerinde dert etmemeleri, söylem ve eylem arasında ciddi uçurumlar olması bende biraz olsun yapaylık hissi uyandırdı. Panelden sonra, ben galiba Perihan Mağden ve kısmen Melih Anık olmasa bu paneli izlemezdim diye düşündüm. Ayrıca bu başlıktaki bir panelin organize edilmesinde, bilinçli olarak yapılan bir görmezden gelme tavrının olduğunu da düşündüm. Tiyatroyu gerçekten dert eden, sorunlarına kafa yoran, çözümler üretmeye çalışan kesimlerin, DOT'un organize ettiği etkinliklere davet edilmediğini düşünüyorum. Tabi bu durum, alternatifliğin ve yenilikçiliğin nasıl algılandığına dair bir tartışmayı da beraberinde getiriyor. Örneğin amatör veya alternatif tiyatro alanından kimsenin çağrılmamış olması, "Tiyatronun Derdi Ne?" panelinin daha "seçkinci" bir bakış açısıyla örgütlenmesine neden oldu. Bu yorumu yaparken, çuvaldızı da kendimize batırmanın gerekli olduğunu düşünüyorum. Tiyatro piyasasına yönelik gözlem ve yorum yapılmaması, dışa dönük süreçlerin olumsuz yaşanması, alternatif itkilerle hareket eden kesimlerin kamusal alanda atalet örgütlemesi sonucunu doğuruyor.

İkinci olarak ise, paneldeki tartışma çerçevesinde ciddi eksiklikler olduğunu düşünüyorum. Sadece tiyatro sanatını sevip sevmeme üzerinden yürütülen bir tartışma, bir süre sonra yüzeyselleşmeye başladı. Örneğin, panelde dinleyicilerden birisi, niçin tiyatrocuları sevmediğini, kardeşinin de tiyatrocu olduğunu, her şeye rağmen onun yaptığı işi sevmek istediğini vs. anlattı. Ve uzun bir süre gündem bu konu oldu. Hatta bir ara konuşmacılar soruyu soran kişiyi ikna etmeye ve tiyatro sanatını sevdirmeye çalıştılar. İzleyicilerden gelen daha berrak sorular ise, moderatör ve Ezel Akay tarafından kanımca geçiştirildi. Örneğin, sinema ve dizi sektörünün nasıl ve ne pahasına bu kadar geliştiği, insanların estetik beğenilerinin yönlendirilmesi, devletin tiyatroya yönelik yaklaşımı, tiyatro bölgesinde bir türlü gündemleşemeyen ifade özgürlüğü sorunu, sansür ve yasaklar, altyapı eksikliği, tiyatrocuların aydın sorumluluğu, tiyatro eğitimi vs. gibi konular oldukça es geçildi. Seyirciler genel olarak dinleme modundaydı, ara ara sorular geldi, fakat Kerem Kurdoğlu moderatörlük hakkını daha çok konuşmacılar lehinde kullandı. Starbucks'ın kahve sponsorluğunda gerçekleşen panel, Perihan Mağden'in ve kardeşi tiyatrocu olan seyircinin esprili anlatımı panelin temposunu sürekli yüksek tuttu.
Sonuç olarak, aktif tiyatro üreticisi olmayan kişilerin tiyatro üzerine konuştuğu bir panelde "değişik" bakış açılarını öğrenme fırsatını buldum. Bu bir anlamda öğreticiydi, bir anlamda ise yüzeysel. Ayrıca, son dönemlerin popüler mekânlarından biri olan Tiyatro DOT'un sahnesine ve oradaki kültürel atmosfere dair gözlemler yapmış oldum.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder